top of page

ÇEVREMDE OLUMSUZ KANITLAR

1998 yılından beri Uludağ eteklerinde bir çiftliğim var ve uzun zamandır çiftliğim çevresindeki doğada gerçekleşmekte olan değişimleri gözlemliyorum. Ama öncesi de var çocukluğumu, gençliğimi hatırlıyorum.

Bursa ovasında geçti çocukluğum. Bisikletlerle ovada bağlar bahçeler arasında gezinirdik. Şimdilerde ova kalmadı, her yer beton orman.

Bursa ovası içinde kıvrılan Nilüfer deresinde yüzer, balık tutardık. Nilüfer deresi Uludağ'ın berrak kar suları ile beslenir. Bursa'nın içme suyunu sağlar. Şehre girmeden önce çifliğimin de içinde bulunduğu vadiden akar, Doğancı içme suyu barajını doldurur, şehre iner, şehir içinde dolanır ve Karacabey ovasına doğru uzanır.

Belentepe Çiftliği arazisi, Nilüfer deresinin içinden aktığı vadinin güney yamacında

Nilüfer deresi Bursa'dan çıktığında simsiyah akıyor. Şehir çeperindeki endüstriyel tesisler dereyi kirletiyor. Ovada tarım yapanlar derenin suları ile tarlalarını, bahçelerini suluyorla; ürünleri sofralarımıza geliyor.

Nilüfer deresi Karacabey Boğazı'ndan Marmara'ya akıyor. 16. km kadar doğusunda upuzun kumsalı olan Eğerce yöresinde gençliğim geçti. O zamanlar deniz pırıl pırıldı, yunuslarla yüzer ve bolca balık yakalardık. Şimdilerde Nilüfer deresinin kirli suları bu sahile kadar ulaşıyor - denizin rengi kahverengi.

Daha o zamanlar düşünürdüm, 'evet kirleteceğiz ama nereye kadar? Sadece biz yapsak neyse ama dünya çapında tüm insanlık benzer davranışta bulunup artan hızda doğayı kirletmeye, yoketmeye devam ederse, ne olacak?'

1998'de Bursa'nın içme suyunu sağlayan Doğancı Barajı sırtlarında bir tarla satın aldım. Uzun yıllar tarlada tahıl ekilmişti. Burayı çiftliğe dönüştürme niyetim vardı. Bir bağ evi yaptım ve boş araziye meyve ağaçları, üzüm omcaları diktim. Arazi içinde ve çevresinde su kaynağı yoktu, bağ evinin suyunu 1 km mesafeden tankerle taşıyorduk. Dikilen ağaç ve üzümleri yazın sulama imkanımız yoktu. Ama o zamanlar Temmuz ve Ağustos'ta dahi ara ara yağmur yağardı. Bu sayede dikilenlerin büyük çoğunluğu tuttu, şimdi 18 yaşındalar; harika üzümler ve ağaçlardan türlü meyveler alıyoruz. Şimdilerde diktiğimiz ağaçları en az 2 yıl boyunca sulamak zorundayız çünkü özellikle bahar ve yaz yağışlarında belirgin azalma ve dengesizlik var. Bazen 4-5 ay boyunca belirgin yağış almıyoruz. Bazen de en kurak mevsimde, mesela Ağustos'ta anormal şiddetli bir yağış alıyoruz. Toprak kaymalarına, erozyona neden oluyor.

Ağustos 2014, Belentepe yolunda aşırı yağış sonrası toprak kayması

Kısa süren aşırı yağışın çok kurumuş toprağa fazla faydası da olmuyor. Toprak derinlerine işleyemeden, toprak üzerinden akıp gidiyor, faydadan çok zarara neden olabiliyor.
 

Yıllar içindeki artan kuraklığın yerel yaşamda ciddi etkilerini gözlemledim. Sınırları içinde olduğum Mürseller köyü 30-40 yıl öncesinde 130 hane üzerindeyken şimdilerde 40 hanenin altında. Şehre göçün önemli sebeplerinden biri kırsalda geçimin zorlaşması:
 

  • Kuraklık nedeniyle kuruyan meralar ve ciddi oranda küçülen hayvancılık,

  • Erozyonla kaybedilen canlı üst toprak,

  • Uzun zamandır modern tarımla toprağın zayıflaması, yeteri bereketi artık vermemesi,

  • İşletme maliyetlerinin artması

Belentepe'nin kuzey yamacı, derin erozyon yarıkları görünüyor. Haziran başında çekilmiş bu fotoğrafta toprağı gözlemleyin: aslında bu dönemde civar toprakların yemyeşil, iyice boylanmış meralarla kaplı olması gerekirdi, eskiden böyleydi ama artık mera oluşamıyor, toprak kurak mevsime çıplak giriyor ve aşırı yağmurlarla üst toprak se l olup akıp gidiyor.

Son yıllarda yerel iklimde büyük değişiklikler gözlemliyoruz. Eskiden çiftliğin bulunduğu bölgeye en geç Aralık ortasında kar gelir ve bazen Nisan ortasına kadar kalkmazdı. Şimdilerde kışların nasıl geçeceği tam bir muamma. 2016 Şubat'ında sıcaklık uzun süre 20 derece üzerinde idi, bir ara 26 dereceye çıktı. Tabii ki kar yoktu. Normal dışı sıcaklık dalgalarını artık ara ara hep yaşıyoruz.

Belentepe, Ocak 2014. Kar yok, hava sıcak. Üzerimizde palto yok! İlk göletimizi yapıyoruz.

Belentepe, Şubat 2014. Erikler çiçek açmış, bahçelerde çiçekler...

Aşağıda Bursa iline ait 1981-2010 arası mevsim normalleri veri tablosunu görüyorsunuz. Meteoroloji Genel Müdürlüğü web sayfasından tüm yurt için değerli verilere ulaşabilirsiniz. Şubat ayı ortalama sıcaklığı 6.1 derece, ortalama en yüksek sıcaklık 10.7 derece. Şubat'ta 26 derece sıcak normal değil!

Şubat'ta 26 dereceyi, Nisan'da 36 dereceyi gördük ama aralarda anormal soğuklar da oluyor. Sürekli bir zıplama hali. Mart'ta havalar uzun süre sıcak kalınca meyve ağaçları tomurcuklanıyor. Sonra bir don ve bazen o yıl belli meyve ağaçlarından hiç ürün alamıyoruz. Yerel halk önemli bir geçim kaynağından mahrum kalıyor. Kış erken biterse tarla farelerinin sayısında üstel artış gözlemliyoruz çünkü erken çoğalmaya başlıyorlar. Toprağı delik deşik ediyorlar, mahsulleri yiyiyorlar. Erken gelen baharlar başka bir problemi de bölgemize taşıdı: çam kese böceği. Çamların üzerinde keseler içinde binlerce tırtıl çoğalıyor. Bazen rüzgarla bu tırtılların üzerinden gözle görünmeyen tüyler uçup insanların vücutlarına erişiyor ve feci bir cilt reaksiyonuna neden oluyor.

Eskiden bahar yağmurları vardı. Şimdilerde bazen Nisan'da bahçelerimizi sulamak zorunda kalıyoruz çünkü kurak ve sıcak geçiyor. Nisan ve Mayıs'ta kayda değer yağmur almazken bazen Haziran'da aşırı yağmurlar alıyoruz. Haziran yağmurları da fayda yanında zarara da yol açıyor. Olgunlaşan çilek, erik, kiraz ve vişneler aşırı su ile şişiyor, patlıyor ve birkaç gün içinde küflenmeye başlıyor. Bu ürünlerde de büyük kayıplar yaşıyoruz. (Ama yine gözlem sonucunda yerel meyve türlerinin aşırı yağışlardan pek etkilenmediğini farkettim.) Civarda ticari amaçla dikilmiş büyük meyveli (napolyon türü, vb.) kirazlarda ciddi ürün kaybı var.

Su tutmanın önemini bildiğimden, çiftlik arazisi üzerinde 3 gölet ve 2 yeraltı su deposu yaptım. 700 ton üzerinde su depoluyorum ve yazları ancak idare ediyorum. Su kaynağı olmayanların artık hiç şansı kalmadı.

Rüzgarlar da dengesiz ve bazen fırtına şeklinde esmeye başladı. Bölgede yaşlıların bilebildiği kadarıyla hiç yaşanmamış olayları yaşamaya başladık. Ocak 2015'te hem aşırı kar hem de şiddetli bir poyraz fırtınası yaşadık. Civardaki çam ormanlarında büyük zarar oldu, ağaçlar köklerinden devrildi.

Belentepe arazisi çevresi, kuzey tepelerde devrilmiş çam ağaçları

Bu fırtınadan bir süre önce de Bursa'da Lodos fırtınası 3 can kaybına ve büyük maddi hasara yolaçmıştı, bu da Bursa tarihinden ilk kez görülen bir durumdu.

Aşırı sıcaklar ve kurak yaz rüzgarları yazları bölgemizde bahçeciliği ciddi etkiliyor. 750 metre rakımında olduğumuz için güneş ışınlarını daha yoğun alıyoruz. Aşırı sıcak rüzgarla birleşince sanki saç kurutma makinesi gibi herşeyi kasıp kavuruyor. Aşırı güneş ve sıcaklarda bitkilerin direnci düşüyor, gelişmeleri duruyor,hastalıklara daha kolay yakalanıyorlar. Ağustos'ta 40 derecenin üzerinde sıcaklar yaşıyoruz. Gençliğimde Bursa'da 30 derecenin üzerinde sıcaklar olduğunda radyodan yayın yapılır ve çocukların dışarıda güneş altında kalmamaları için uyarılar yapılırdı. Nitekim Bursa'nın uzun yıllar Temmuz ve Ağustos ayı sıcaklık ortalaması 24.5 derece civarında. Ortalama en yüksek sıcaklık 31 derece olmuş. Şimdilerde 40 derecelerin üzerine çıkıyor. Bu normal değil.

 

Normal olmayan başka bir şey de neredeyse hiç kimsenin bu gidişatı farketmiyor olması veya umursamaması. Neler oluyor, niye oluyor, daha da neler olacak? Kaç kişi sorguluyor?

 

Burası Marmara, Anadolu'nun daha bereketli, su alan bölgeleri arasında. Eğer burada bunları yaşıyorsak, daha kurak iç ve güney bölgelerde durumlar nicedir?

 

Meteoroloji'nin son 24 aylık kuraklık haritasına bakın, bu bile alarm zilleri çalmaya yeterli:

Yukarıda sizlerle paylaştıklarım yaşadığım yereldeki bir kısım gözlemlerim. Kırsalda iklim değişikliğinin etkilerini yurdun her bölgesi yaşamaya başladı. Yurdun birçok bölgesinden dostlarla haberleşiyorum ve benzer anormallikleri onlardan da duyuyorum. Ve bu daha başlangıç.

Ne olduğunu, neden olduğunu, neler olabileceğini farketmek, bilmek ilk başta kendimiz ve yakın ailemizin geleceğini güven altına almak açısından önemlidir. Kafalarımızı kumun altına gömerek görmezden gelmeye devam edersek, daha beterlerini görmeye devam edeceğimiz, gittikçe artan sayıda insanın gittikçe artan şiddette bu gidişattan negatif şekillerde etkileneceği aşikardır.

 

Mevcut gidişatı görüp, hızla değişmeye başlayan doğa içinde yaşayabilmenin yollarını bulmak zorundayız. Mevcut küresel sistem bu gidişata ayak uydurabilecek dirençte değil, çok kırılgan. Artık normal dışı afetlerle başedemeyen ülkelerin çöküşlerini, insanlık dramlarını yaşamaya başladık. Bizim de başımıza gelmeden önce hep birlikte önlemler almaya çalışmaktan başka seçeneğimiz var mı?

 

Olumsuz kanıtları görelim ama bunlar nedeniyle umutsuzluğa da düşmeyelim. Aksine daha fazla çaba göstermek için bizi ateşlesin. Eğer artan sayıda insan sürdürülebilir yaşama doğru dönüşmeye başlarsa, çözüm olasılığı da artacak. Elimizden geleni yapalım.

 

Uzun yıllar Uludağ eteklerindeki arazimde doğal yöntemlerle çiftçilik yapmayı denedim, başarılı olamadım. Belli ki yanlış şeyler yapmaktaydım, nasıl doğru işler yaparım diye araştırırken karşıma 'Permakültür' çıktı. Permakültür, doğa ile ahenk içinde kendi kendine yetebilen yaşam alanları tasarımıdır. Toprak ıslahı, su tutma, doğal gıda üretimi, geri dönüşüm, temiz enerji, doğal yapılar, erozyonu önleme, gıda ormanı oluşturma gibi temel konularda çözümler sunar. Permakültür, doğa ile ahenk içinde yaşayagelmiş toplumların ata bilgilerini içerir. Permakültür sayesinde;

  • Kuraklığa, aşırı sıcağa karşı toprağı korumayı,

  • Toprağımı canlandırarak toprakta büyüyen bitkileri daha dirençli yapmayı,

  • Toprağı erozyondan korumayı, yeni toprak oluşturmayı,

  • Yağış zamanında büyük hacimlerde su tutmayı,

  • Aşırı sıcaklara karşı bahçemdeki bitkileri korumayı,

  • Güneş ve rüzgardan elektrik üretmeyi,

  • Toprağın ısısını kullanarak binaları ısıtmayı/soğutmayı,

  • Enerji tasarrufunu,

  • İklim değişikliğine karşı mücadeleyi: havadaki karbonu bitkiler vasıtası ile alarak toprağa gömmeyi öğrendim.

 

Permakültür mantığı bir taşla çok kuş vurmaya benzer, çoklu faydalar içerir. Toprağı canlandırırken, doğal gıda üretiriz ama aynı zamanda iklim değişikliği etkilerini azaltacak çalışmalar da yapmış oluruz.

Bu konuları daha detaylıca belentepe.org sitemizde anlatıyoruz.

 

Ben Kimim?

Taner Aksel

1968 doğumlu. Istanbul Robert Kolej 1987 mezunu. 1991’de İ.T.Ü. inşaat mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra 1991-1993 yılları arasında ABD’de Ohio eyaleti Cincinnati Üniversitesi’nde ‘İnşaat Yapılarının Deprem Davranışının Tespiti’ üzerine yüksek lisans yaptı. 1994’te Türkiye’ye döndü ve kendi firmasını kurarak inşaat mühendisliği alanında yazılım geliştirme, eğitim, danışmanık hizmetleri verdi. 2008’deki küresel ekonomik krize yol açan insan davranışı ile yapıların deprem davranışı arasında benzerlikler bulunca iki yıl süren bir araştırma sonucunda, özellikle iklim değişikliğine dikkat çekmek üzere ‘Kritik Eşik’ kitabını yazdı.

2010’da Bill Mollison’dan permakültür eğitimi alarak ‘Permakültür Tasarım Sertifikası’ sahibi oldu. Permakültür prensiplerini uygulayarak önce İstanbul Beykoz’daki evinin bahçesini doğal yöntemlerle kendi gıdasını üreten ve daha verimli bir şekle dönüştürdü. Ardından Bursa Uludağ’daki 14 dönümlük arazisinin permakültür tasarımını gerçekleştirdi ve Belentepe Permakültür Uygulama ve Doğal Yaşam Çiftliği’ni kurdu. Belentepe Çiftliği doğa ile ahenk içinde, kendi kendine yetebilen bir yaşam alanı, bir laboratuvar ve örnek uygulama alanı oldu. Her yıl yüzlerce ziyaretçiyi ağırlamaktadır. Kurs-atölye, kamplarla sürdürülebilir yaşam anlatılmaktadır. Bu çalışmalar medyanın da ilgisini çekmiş, belgesel, dergi, radyo konuları olmaya devam etmektedir.

Güneş ve rüzgardan elektrik üretimi, ısı pompaları ile toprağın ısısını kullanarak binaların ısıtılması/soğutulması, atık sıvı yağların araçlarda yakıt olarak kullanılması, depreme dayanıklı yapıların tasarımı - özellikle jeodezik kubbe yapılar, doğal yapı malzemeleri, pasif solar yapı tasarımı v.b. de uzmanlık alanları içindedir.

bottom of page